Aşağıdaki metin Zen ve Motorsiklet Bakım Sanatı kitabından alıntıdır.
Kızın söylediği tümüyle gerçekti. Öğrencilerin çoğunluğunun, üniversite öğretimine, not ve sınıf geçme düşüncesinden bağımsız olarak girdiği düşüncesi, kimselerin ortaya sermek istemediği bir iki yüzlülüktü. Ara sıra, salt öğrenmek amacıyla gelen bazı öğrencileri de kurumun rotası ve mekanik yapısı hemen daha az idealist bir tavır almaya yöneltiverirdi.
Gösteri, not ve sınıf sistemini kaldırarak bu ikiyüzlülüğün yok edileceği iddiasından ibaretti. Genel şeylerle değil, sınıfta bulunan öğrencilerin aşağı yukarı genel tipi olan, notun temsil ettiği bilgi için değil de yalnızca not için çalışmaya şartlanmış, varsayımsal bir öğ renci tipinin özel kariyerleriyle ilgiliydi.
Gösteri, böyle bir öğrencinin, gittiği ilk sınıfta, aldığı ilk ödevin ilginç geleceğini ve belki bunu hevesle yapacağını savlar. İkinci ve üçüncü de böyle olabilir. Ama sonunda olayın yeniliği kalmayacaktır ve akademik yaşantısı tek yaşamı olmadığından, öteki yüküm lülüklerin ve isteklerinin baskısı, ev ödevi yapmasının mümkün ol madığı durumlar yaratacaktır.
Not ve sınıf geçme sistemi olmadığından bunun için hiçbir cezaya da uğramayacaktır. Onun, ödevini tamamlamış olduğu varsayımıyla verilen daha sonraki dersleri anlaması biraz daha zor olacak, bu zor luk onun ilgisini de zayıflatacak ve bir sonraki ödevin ona daha da zor gelmesine ve yapamayıp bırakmasına yol açacaktır. Yine ceza görmeyecektir.
Zamanla, derslerde anlatılanları giderek daha az anlaması sonucu dikkatini derslerde anlatılanlara vermesi gittikçe zorlaşacaktır. So nunda pek bir şey öğrenemediğini anlayacak ve dış yükümlülük lerinin sürekli baskısını iyice hissedip ders çalışmayı bırakacak, bun dan suçluluk duyacağı için de okula gitmez olacaktır. Yine herhangi bir cezaya uğramayacaktır.
Ama ne olmuştur? Öğrenci kimseye karşı kötü duygular duy madan kendi kendini çaktırmıştır. Güzel! Olması gereken budur. Oraya zaten gerçekten öğrenmek için gelmemişti ve orada yeri yoktu. Büyük miktarda para ve emek, boşa harcanmaktan kurtarılmıştır ve onu yaşamı boyunca hortlak gibi rahatsız edecek bir başarısızlık ya rası ve yıkımı yoktur. Köprüler atılmamıştır.
Öğrencinin en büyük sorunu, yıllardır kafasında oluşturulmuş, havuç ve kırbaca dayalı köle zihniyetidir; bu, “Kırbaçlamazsan ça lışmam” diyen, katır zihniyetidir. O öğrenci kırbaçlanmadı, ça lışmadı. Ve onun çekmek için eğitildiği varsayılan uygarlık arabası gıcırdayarak gidişini onsuz, birazcık daha yavaş sürdürecek.
Ama uygarlık arabasının, yani “sistem”in katırlar tarafından çe kildiğini düşünüyorsanız bu bir trajedidir. Bu yaygın, profesyonel bir “bina” görüşüdür; Kilise tavrı değildir.
Kilise anlayışı, uygarlığa, “sistem”e ya da “toplum”a ya da ne derseniz işte ona, katırların değil özgür insanların hizmet etmesini gerektirir. Not ve sınıf geçme sisteminin kaldırılmasının amacı ka tırları cezalandırmak ya da onlardan kurtulmak değil, katırların özgür insanlara dönüşeceği bir ortam sağlamaktır.
Hâlâ bir katır olan varsayımsal öğrenci bir süre ortalıkta do laşacaktır. “Meslek okulu” olarak bilinen başka bir okulda, bıraktığı öğrenim kadar değerli olan başka bir öğrenime başlayacaktır. Yüksek düzeyde bir katır olarak parasını ve zamanını çarçur edeceğine düşük düzeyde bir katır olarak bir meslek, örneğin tamircilik öğrenecektir. Aslında gerçek statüsü yükselecektir. Bir kere, bir şeylere gerçekten katkıda bulunmuş olacaktır. Belki yaşamının kalan bölümünde ya pacağı bundan ibarettir. Belki de düzeyini bulmuştur. Ama buna gü venmeyin. Bir süre -altı ay, belki de beş yıl- sonra bazı değişimler ortaya çı kabilir. Sıkıcı, günlük tamirhane işi giderek ona daha az doyurucu ge lecektir. Okulda bir sürü kuram ve bir sürü notla boğulmuş olan ya ratıcı zekâsı, şimdi atelyenin sıkıcılığıyla yeniden uyanacaktır. Sinir bozucu mekanik sorunlarla geçen binlerce saat onun makine di zaynına karşı ilgi duymasına yol açabilir. Makineleri kendisi dizayn etmek isteyecektir. Daha iyi bir iş yapabileceğini düşünecektir. Bazı motorları geliştirmeye çalışacak, başarıyı tadacak, daha çok başarı arayacak, ama tıkandığını hissedecektir, çünkü yeterli teorik bilgisi yoktur. Bir zamanlar teorik bilgiyi, kendisi ilgilenmediği için aptalca bulduğunu anlayacak, şimdi ise çok önem verdiği bir teorik bilginin, yani makine mühendisliğinin peşine düşecektir.
Böylece, bizim notsuz ve sınıf geçmesiz okula dönecektir, ama bir farkla. O artık not peşinde bir kişi değildir. Bilgi peşinde bir kişi olmuştur. Öğrenmesi için ittirmeye gereksinimi yoktur. Onun itkisi kendi içinden gelmektedir. Özgür bir insandır. Onu biçimlendirecek bir sürü disipline gerek duymaz. Tersine, ona verilen öğretmenler iş lerini savsaklarlarsa sert sorular sorarak onları biçimlendirir. O bir şeyler öğrenmek için buradadır, bir şeyler öğrenmek için para öde miştir ve bunu sağlamaları gerekir.
Bu tür bir motivasyon, insanı bir kez yakaladı mı korkunç güç lüdür; öğrencimiz kendini içinde bulduğu notsuz, sınıf geçmesiz ku rumda, mühendislik bilgisini öğrenmekle yetinmeyecektir. Fizik ve matematik onun ilgi alanına girecek, çünkü onlara gereksinimi ol duğunu görecektir. Metalürji ve elektrik mühendisliği onun dikkatini çekecektir. Ve bu kuramsal çalışmaların ona sağladığı düşünsel ol gunlaşma sürecinde, makineyle doğrudan ilgili olmayan, ama yeni ve daha büyük bir hedefin parçaları haline gelmiş öteki teorik konulara da girecektir. Bu daha büyük hedef, aslında nerdeyse hiçbir şey ol madığı halde bunun üzerini notlarla ve sınıflarla örterek, oluyormuş izlenimi veren bugünkü üniversitelerdeki gibi, öğretim taklidi ol mayacaktır. Gerçek olacaktır.
İşte böyleydi Phaedrus’un gösterisi, benimsenmeyen önerisi. Tüm yarım sömestr boyunca üzerinde çalıştı, oluşturdu ve geliştirdi, tartıştı, savundu. Tüm yarı sömestr boyunca öğrencilerin ödevleri kendilerine yorumlu, ama notsuz geri döndü, notları yalnızca bir deftere geçirdi.
Daha önce de söylediğim gibi, önce hemen herkes şaşırdı. Ço ğunluk belki de notlar kaldırılırsa herkesin tembellik edeceği belli olduğu halde notların kalkmasıyla onların mutlu olacağını ve daha çok çalışacaklarını sanan bir idealiste çattıklarını düşündüler. Daha ön ceki yarı sömestrlerde A alan birçok öğrenci önce kızdılar, ama almış oldukları özdisiplin nedeniyle kendilerinden isteneni yaptılar. B ve üst-C almış öğrencilerse ya daha önceki ödevlerindeki düzeyi tut- turamadılar da başta savma ödevler yaptılar. Alt C ve D almış öğ rencilerin çoğu derse bile gelmediler. O zaman başka bir öğretmen, Phaedrus’a bu tepkisizlik konusunda ne yapacağını sordu.
“Sonuna dek bekleyeceğim,” dedi Phaedrus.
Onun bu durumda tavrını sertleştirmemesi önce öğrencileri şa şırttı, daha sonra kuşkulandırdı. Bazıları alaycı sorular sormaya baş ladılar. Bunlar yumuşak yanıtlar aldılar; dersler ve konuşmalar bi linen biçimde, ama notsuz devam etti. Derken, beklenen bir görüngü başladı. Üçüncü ya da dördüncü haftada, A almış öğrencilerden bazıları gerginleşmeye başladılar ve çok üstün ödevler verdiler, dersten sonra ikide bir gelip ne yap tıklarını öğrenmek için ağız arayan sorular sordular. B ve üst C almış öğrenciler bunun farkına varmaya başladılar ve biraz çalışıp ödev lerinin niteliğini daha normal bir düzeye çıkardılar. Alt C, D ve ge leceğin F’leri salt ne olacağını görmek için derslere gelmeye baş ladılar. Yarı sömestrin ortasında daha da çok beklenen bir görüngü ortaya çıktı. A almış öğrencilerin gerginliği geçti ve not alan bir sınıfta rast lanmayan bir dostlukla her şeye aktif olarak katıldılar. Bu noktada, B ve üst C öğrenciler paniğe kapıldılar ve üzerinde saatlerce, özenle ça lışılmış gibi duran ödevler teslim ettiler. D’ler ve F’ler tatmin edici ödevler verdiler.
Yarı sömestrin son haftalarında, normal olarak herkesin alacağı notu bildiği ve yarı uyur durumda oturduğu zamanlarda Phaedrus’un sınıfında, öteki öğretmenlerin de dikkatini çeken bir katılım vardı. B’ler ve C’ler A’lara katılmış, dostça, herkesin özgürce konuştuğu bir tartışma yapıyorlardı ve bu, derse güzel bir parti havası veriyordu. Yalnız D’ler ve F’ler tam bir içsel panik halinde, sandalyelerinde donmuş oturuyorlardı.
Rahatlama ve dostluk görüntüsü daha sonra birkaç öğrenci ta rafından açıklandı; diyorlardı ki, “Çoğumuz dışarda toplanıp bu sis temle nasıl başedeceğimizi düşünmeye çalıştık. Herkes en iyi yolun, başarısız olacağımızı, ama devam edip yine de elimizden geleni yapacağımızı düşünmek olduğuna karar verdi. Böyle olunca insan ra hatlıyor. Yoksa çıldırmak işten değil!”
Öğrenciler, bu yönteme bir kez alışıldığında hiç de kötü ol madığını, konuyla daha ilgili olduklarını eklediler, ama alışmanın kolay olmadığını yinelediler.
Yarı sömestrin sonunda öğrencilerden, sistemi değerlendiren bir deneme yazmaları istendi. Yazdıkları anda hiçbiri alacağı notu bil miyordu. Yüzde elli dört bu sisteme karşıydı. Yüzde otuz yedi des tekliyordu. Yüzde dokuz çekimserdi.
Herkesin bir oyu olduğu düşünüldüğünde sistem hiç tutulmamıştı. Öğrencilerin çoğunluğu, kesinlikle, öğrenimleri boyunca not almak istiyorlardı. Ama Phaedrus istatistik sonuçlarını defterindeki notlara göre ayırdığında -ve bu notlar daha önceki derslerde öngörülen not larla ve okula giriş dereceleriyle uyumsuz değildi- işin rengi de ğişiyordu. A öğrencileri 2’ye 1 oranında, sistemi destekliyordu. B ve C öğrencilerinde iki oran birbirine eşitti. Ve D’ler ve F’ler ise oy bir liğiyle karşıydı!
Bu şaşırtıcı sonuç, epey zamandır içine doğan bir sezgiyi doğ ruluyordu: Not peşinde en az koşanlar ötekilerden daha zeki ve daha aklı başında olanlardı, çünkü büyük olasılıkla bunlar işlenen konuyla daha çok ilgiliydiler; öte yandan not peşinde en çok koşanlar kalın kafalı ve tembel öğrencilerdi, çünkü büyük olasılıkla not bunlara, işi idare edip edemediklerini haber veriyordu.